İlksen Olİlksen Olİlksen Ol

Avrupa’yı Keşfetmenin 6 Yolu Seyahat Günlükleri- 2.Grup

DiscoverEU - 2.Grup

YÜKSEL KARA

Budapeşte, Macaristan

Dünyanın En Büyük 3. Parlamento Binası-Tuna Nehri’ne hakim, çok güzel bir konuma sahip olan bu yapı, Balıkçı Tabyası olarak bilinir. 19. yüzyılda gözetleme kulesi olarak şehirdeki en iyi panoramik manzarayı sunmak üzere tasarlanmış görkemli bir yapıdır. Budapeşte’nin tepelerinde yer alan heybetli Yedikule ile birlikte bir çatı katı barındıran turistik bir merkezdir. Süsleme ve tasarımında romantik bir hava taşıyan Tuna Nehri manzarası, savaşlardan korunmak amacıyla yapılmış bir his uyandıran siperleri andıran mimarisiyle dikkat çeker. İlk etapta bu mimari tarzı öne çıksa da modern yapısı, başlangıçta bu düşüncelerle tasarlanmamıştır. 1895 ile 1902 yılları arasında inşa edilmiştir.

Aziz Stephen Bazilikası-Budapeşte’nin en büyük kilisesi olan Aziz Stephen Bazilikası, şehirdeki en görkemli yapılardan biridir. Macaristan’ın en büyük çanı olan 9.5 tonluk çan da burada yer almaktadır.

Aziz Matias Kilisesi-1015 yılında Macar Kralı Aziz Stephen tarafından yaptırılmış olan Matias Kilisesi, 19. yüzyıla kadar “Meryem Kilisesi” olarak bilinirdi. Çıkan yangınlar ve Habsburg Hanedanlığı’na karşı yapılan ayaklanmalar sonucunda, Macar halkı tarafından tahrip edilmiştir. 19. yüzyılda baştan yaptırılan kilisenin adı, Kral Matias’ın adına ithafen değiştirilmiştir. Tarihi önemi oldukça büyük olan bu kilise, birçok hükümdarın taç giyme törenine ev sahipliği yapmıştır. 1526 Mahmut Meydanı Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçen Macaristan’da kiliseye büyük önem verilmiştir. Osmanlı, 1514 yılında kilisenin içerisindeki figürleri kapatarak burayı camiye dönüştürmüştür. İlk cuma namazı burada Kanuni Sultan Süleyman tarafından kıldırılmış ve ardından Budapeşte’nin ana camisi haline gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman kuvvetleri bu kiliseyi kamp yeri olarak kullanmıştır. Savaşın ardından, 1950-1970 yılları arasında Macaristan hükümeti ve varlıklı ailelerin katkılarıyla büyük bir restorasyon yapılmıştır. Balıkçı Tabyası’ndan hemen üst tarafta bulunan Aziz Matias Kilisesi’nin önünden Tuna Nehri’ni güzel bir manzara eşliğinde fotoğraflayabilirsiniz.

Zincir Köprüsü- 19. yüzyılda inşa edilen ve Orta Çağ’dan günümüze kadar varlığını sürdüren Zincir Köprüsü, doğuyu Budapeşte’yi, batıyı ise Peşte’yi birleştiren önemli bir yapıdır. Eskiden sonbahar ve ilkbahar aylarında yapılırken, kış aylarında Tuna Nehri’nin donması nedeniyle sökülürmüş. İkinci Dünya Savaşı sırasında da büyük önem kazanmış bu köprü, altından Tuna Nehri’nin geçtiği güzel bir manzaraya sahiptir.

Tuna Kıyısındaki Ayakkabılar – İkinci Dünya Savaşı sırasında öldürülen Yahudiler anısına, Tuna Nehri’nin batı yakasında zemine sabitlenen ayakkabılar bulunur. 60 çift ayakkabıdan oluşan bu anıt, savaşın dehşetini ve soykırımı hatırlatmaktadır.

Bratislava, Slovakya

Grassalkovich Sarayı – Slovakya Cumhurbaşkanı’nın ikametgahı olan bu bina, Fransız bahçesine sahip olup dev bir dünya heykeli bulunan fıskiyeli havuzu ve peyzajlı bahçeleriyle meşhurdur.

Michael’in Geçidi – 14. yüzyılda şehir surlarında geçit rolü gören Michael’in Geçidi, aynı zamanda silah müzesine ve üst katında şehir manzarasına sahip bir giriş kapısına sahiptir. Bu kule, eskiden şehri savunma amacıyla kullanılmış, zamanla bir gözetleme kulesi olarak da işlev görmüştür. Şehrin giriş kapısı olan Michalska Kapısı’nın yanında bulunur.

Čumil Heykeli – Rögar kapağından size bakan bronz bir heykel olan Čumil Heykeli, bir kanalizasyon işçisini tasvir etmektedir. Bratislava’nın ilginç ve popüler simgelerinden biridir.

Aziz Martin Katedrali – Bratislava’nın simgelerinden biri olan bu gotik katedral, şehrin silüetini süsler. İçindeki vitray pencereleri ve tarihi kalıntıları görmenizi tavsiye ederim. Bratislava Kalesi’nin aşağısında yer almaktadır.

Bratislava Kalesi – Dört köşe kuleli dikdörtgen bir yapı olan Bratislava Kalesi, Tuna Nehri’nin kıyısında yer alır. Büyüklüğü ve konumu nedeniyle yüzyıllardır Bratislava’nın esas simgelerinden biri haline gelmiştir. Viyana Kapısı, Zigmund Kapısı, Nicholas Kapısı ve Leopold Kapısı olmak üzere dört girişi vardır. Büyük Moravya İmparatorluğu döneminde önemli bir merkez haline gelen kale, yüzyıllar boyunca statüsünü kaybetmemiştir. 1761-1776 yılları arasında kraliyet konutu olarak kullanılan kale, 1809 yılında Napolyon Bonapart’ın ordusu tarafından bombalanmış, ardından 1811 yılında geçirdiği yangınla birlikte büyük zarar görmüştür. Kale, 1957 yılında restorasyona başlanmış ve kesintiye uğrayan restorasyon çalışmaları 1968’de tamamlanmıştır.

Viyana, Avusturya

Sisi Müzesi – Avusturya Parlamento Binası, şehrin en görkemli yapılarından biridir. Hofburg Sarayı ve Adalet Sarayı’nın yakınında bulunan bu yapı, Viyana mimarisini vurgulayan Mimar Baron Theophil Hansen tarafından Yunan Revival tarzında, Yunan tapınağından ilham alınarak tasarlanmıştır. Avusturya Parlamento Binası’nın dışında, tanrıça Athena’nın heykeli bulunmakta olup, ayrıca her iki tarafında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bölgelerini simgeleyen heykellerin yer aldığı Pallas Athena Çeşmesi de bulunmaktadır. Binanın dış cephesinde hayranlık uyandıracak yüzlerce heykel yer alırken, gün doğumu ve gün batımında muhteşem bir manzaraya sahip olmaktadır.

Viyana Hofburg Sarayı – İmparatorluk Daireleri, Gümüş Koleksiyonu ve Sisi Müzesi olarak üç bölümden oluşan Hofburg İmparatorluk Sarayı’nda, Franz Joseph ve Kraliçe Sisi’ye ait eşyalar sergilenmektedir. Ayrıca, “Ekmek yoksa pasta yesinler” sözüyle tanınan Fransız Kraliçe Marie Antoinette de bu sarayda doğmuştur. 1654’te yaptırılan saray, Avusturya ve Macaristan İmparatorluğu’nun en önemli şahsiyetleri tarafından kullanılmıştır. Bu sarayın diğer adı Viyana Kraliyet Sarayı’dır. 600 yılı aşkın bir süre boyunca Habsburg Hanedanlığı başta olmak üzere Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun birçok önemli hanedanına ev sahipliği yapan Hofburg Sarayı, daha çok kışlık saray olarak kullanılmaktadır.

Zürih, İsviçre

Grossmünster – İkiz kuleli Romanesk tarzda bir katedral olan Grossmünster, Limmat Nehri kıyısında yer alır ve Zürih’teki üç büyük kiliseden biridir. Nehrin kenarındaki güzel manzarasıyla dikkat çeken katedral, Zürih’i kuş bakışı izleyebilme imkânı sunar.

Zürih Opera Binası – Zürih’teki ilk kalıcı tiyatro salonu 1834 yılında inşa edilmiştir. 1890 yılındaki yangında tamamen yanan bu salonun yerine, yalnızca 6 ayda inşa edilerek 1891 yılında açılan Zürih Opera Binası (Opernhaus Zürich) yapılmıştır. Avusturyalı mimarlar Fellner ve Helmer tarafından tasarlanan bina, 1982-84 yılları arasında restore edilmiştir. Restorasyon sonrasında ünlü sanatçıların eserleriyle açılışı yapılan bina, yalnızca opera ve bale gösterilerine ev sahipliği yapmaktadır. Son yıllarda adından sıkça söz ettiren bu bina, 2019 yılında “Uluslararası Opera Ödülleri”nde en iyi opera binası ödülünü kazanmıştır.

İsviçre Ulusal Müzesi – 1898 yılında tarihî tarzda inşa edilen müze binası, Gustav Gull tarafından Fransız şatosu tarzında tasarlanmıştır. Onlarca kulesi ve avlusuyla, Limmat Nehri üzerinde bir yarımada üzerinde yer alan müze, etkileyici mimarisiyle dikkat çekmektedir. Zürih Gölü, geçmişte kazık temelli evlerin varlığıyla bilinen zengin bir bölgedir.

Zürih Belediye Binası – Limmat Nehri üzerine demirlenmiş bir temel üzerine inşa edilmiş olan Zürih Belediye Binası, bir yaya köprüsüyle Limmat yaya alanına bağlanmaktadır. 1397 yılında inşa edilen bina, 13. yüzyıla ait bir adliye binasının yerine yapılmıştır ve eski şehrin meclis odalarını barındırmaktadır.

Zürih Gölü – Zürih Gölü, geçmişte kazık temelli evlerin varlığıyla bilinen zengin bir bölgedir. 1854 yılında su seviyesinin düşmesiyle, göl bölgesinde oynayan çocuklar kemik, taş, boynuz ve tahta parçalarına rastlamıştır. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu dönemine kadar uzanan bir tarihe sahip olan gölde, günümüzde hâlâ yük ve yiyecek taşımacılığı yapılmakta olup, sefer yapan yolcu gemileri ve feribotlar bulunmaktadır.

Paris, Fransa

Eyfel Kulesi – Eyfel Kulesi’ni hem gündüz hem gece gezme fırsatımız oldu. Geceleri, manzarası çok daha hoş ve etkileyici bir hale geliyor.

Notre Dame Katedrali – Paris’in mimari zarafetini en güzel şekilde yansıtan Notre Dame Katedrali, gotik tarzda inşa edilmiş bir yapıdır. Sen Nehri kıyısında yer alan katedral, 1163-1334 yılları arasında yapılmıştır. Burası, Keltler ve Romalılar tarafından da kutsal kabul edilmiştir. Notre Dame Katedrali’nin ana kapısının önünden geçen yol “kilometre sıfır” olarak adlandırılmaktadır. Hz. İsa’nın dikenli tacı gibi dini açıdan değerli nesneler, yapının kültürel değerini de artırmaktadır. Tarihi yapı, çatının tamamen çökmesi ve kulenin yıkılmasıyla sonuçlanan yangın felaketinden sonra ziyarete kapatılmıştır. Resmi açıklamalara göre, beş yıllık bir restorasyon sürecinin ardından yeniden turistleri ağırlamaya başlayacak. Dolayısıyla, restorasyon tamamlanana kadar yapıyı sadece dışarıdan görmekle yetinmemiz gerekecek.

Louvre Müzesi – Paris’in simgelerinden bahsederken, dünyada alanında en önemli müzelerden biri olan Louvre Müzesi’nden bahsetmemek büyük bir eksiklik olur. Müze içerisinde 35 bine yakın eser sergileniyor ve bunlar arasında en çok ilgiyi 20. yüzyılda ünlenen Mona Lisa çekiyor. Müze binasının ilk yapılış amacı, günümüzdeki kullanımından oldukça farklıdır. Müzedeki tüm koleksiyonları incelemek haftalar alabilir. Ayrıca, gündüz saatlerinde oldukça kalabalık oluyor. Kalabalıktan hoşlanmayanlar ve farklı bir deneyim yaşamak isteyenler için müze, ayın belirli günlerinde gece ziyareti için de açılıyor.

Gittiğimiz her yerde çok güzel vakit geçirdim. Bu projede emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

AYŞENUR TOPALAK

Budapeşte, Macaristan

Macaristan, hayran kaldığım ülkeler arasında ilk sıralarda yer alabilir. Gitmeden önce böyle bir yer beklemiyordum; bir ön görüşüm yoktu, bu yüzden oldukça şaşırmış olabilirim. St. Stefan Bazilikası’nı gezdik; çok etkileyici bir yerdi. Budapeşte’nin en büyük kilisesi olan bu yapı, şehrin en görkemli yapılarından biridir. Önceleri katedral olan bu kilise, Papa’nın emriyle bazilika statüsüne geçmiştir. 1851 yılında başlayan inşası 50 yıldan fazla sürmüştür. Yapıya baktığınızda gerçekten yapımının yıllar aldığı belli oluyor. Ancak, inşaatın ortasında kilisenin kubbesi çökmüş ve neredeyse her şey yeniden yapılmış. 1867 yılında, orijinal planları bilen ve uygulayan mimar József Hild vefat etmiştir. Daha sonra işi Avrupa’nın önemli mimarlarından Miklós Ybl devralmış ve yapı, 1906 yılında İmparator Franz Joseph’in katılımıyla açılmıştır.

Budapeşte’de gördüğüm diğer bir şaheser, hayatımda gördüğüm en ihtişamlı yapılardan biri olan Parlamento Binası’dır. St. Stefan Bazilikası ile aynı yükseklikte olup, bu durum din ve devlet işleri arasındaki dengeyi simgelemektedir. Daha sonra Buda Kalesi’ni ziyaret ettik. İlk olarak 1265 yılında tamamlanan kale, günümüzdeki devasa halini 1749-1769 yılları arasında inşa edilerek almıştır. Budapeşte’de yer alan bu tarihi yapı, Macar krallarının tarihî kalesi ve saray kompleksidir. Balıkçı Tabyası, geniş bir alanda tarihi yapılar barındıran ve adını yakınındaki balık pazarından alan bir yapıdır. Savaş gibi zor dönemlerde ülkeye destek veren balıkçılar anısına bu yapıya bu isim verilmiştir.

Buda Kalesi içinde yer alan Aziz Matthias Kilisesi, 1015 yılında Macar Kralı Aziz Stephen tarafından yaptırılmış; ancak 1241’de Moğollar tarafından yerle bir edilmiştir. 13. yüzyılın sonlarında tahta çıkan ve Macaristan tarihinin en başarılı krallarından biri olarak bilinen Matthias tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. 19. yüzyıla kadar “Meryem Kilisesi” olarak bilinen bu yapı, çıkan yangınlar ve Habsburg Hanedanlığı’na karşı ayaklanan Macar halkı tarafından tahrip edilmiştir. Bu ihtişamlı yapıyı izlemek oldukça zevkli ve etkileyiciydi. Çok sayıda hükümdarın taç giyme törenine de ev sahipliği yapmıştır. 1526’da Mohaç Meydan Muharebesi’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçen Macaristan’a büyük önem verilmiş; 1541 yılında kilisenin içindeki figürler kapatılarak camiye çevrilmiştir. Hatta burada ilk cuma namazını Kanuni Sultan Süleyman kıldırmıştır. Bu bilgiyi öğrenince oldukça şaşırdım, ağzım açık kaldı diyebilirim.

Bahsettiğim görkemli Parlamento Binası ise gerçekten harikaydı; binayı her açıdan izlemek oldukça zevkliydi. 96 metre yüksekliğe sahip olan bu yapı, 1904 yılında tamamlanarak günümüzdeki devasa ve büyüleyici halini almıştır. Son olarak Tuna Nehri kıyısındaki ayakkabıları ziyaret ettik. Ayakkabıların hikayesi beni üzdü, doğrusu insanın acımasızlığına tanık olmak insanı sarsıyor.

Macaristan yolculuğumuz böyleydi; sokakları, mimari yapısı gerçekten çok hoşuma gitti.

Bratislava, Slovakya

Bu güzel şehri, bu güzel ülkeyi çok sevdim; oldukça farklı bir tarzları vardı. Sokakları ve mimari yapıları gerçekten ilginç ve etkileyiciydi. Açıkçası, bu ülkeye ve şehre gitmeden önce çok fazla bilgiye sahip değildim; nerde ne olduğunu bilmiyordum.

Öncelikle Aziz Michael Kulesi’nden bahsetmek istiyorum. Bu kule, Bratislava’nın tarihi merkezinde yer alan önemli bir yapıdır. İnşası 14. yüzyıla dayanmakta ve adını kuleyi koruyan Aziz Michael’den almaktadır. Eskiden şehri savunmak amacıyla kullanılan kule, zamanla bir gözetleme kulesi olarak da hizmet vermiş.

Şimdi de St. Martin Katedrali’ne gelelim. 1452 yılında tamamlanmış olup Bratislava Katolik Başpiskoposluğu’na bağlıdır. Gotik mimari tarzına sahip bu katedral, oldukça etkileyici bir yapıdır. 85 metre yüksekliğindeki katedral, Anton, Josef, Ignác gibi mimarların eseridir ve 1563-1830 yılları arasında Macar hükümdarlarının taç giyme törenlerine ev sahipliği yapmıştır.

Bir diğer önemli yapı ise meşhur Bratislava Kalesi’dir. Yapımına 1781 yılında başlanmış, 18. yüzyılda tamamlanmış, fakat 1956-1964 yılları arasında restore edilmiştir. Barok mimari tarzında yapılan bu kale, 47 metre yüksekliğindedir ve Viyana, Zigmund, Nicholas ve Leopold adında dört kapıya sahiptir. 1809 yılında Napolyon Bonapart’ın ordusu tarafından bombalanmış, ardından 1811’de geçirdiği yangınla yıkılmıştır. 1957 yılında restorasyonuna başlanan kale, bazı aksaklıklar nedeniyle 1968’de tamamlanabilmiştir.

Bratislava’nın önemli bir diğer mimari eseri de St. Elizabeth Kilisesi’dir. Yaygın olarak “Mavi Kilise” diye adlandırılan bu yapı, Pressburg Kalesi’nde büyüyen II. Andrew’un kızı, Macaristanlı Elisabeth’e adanmıştır. Cephesinin rengi, mozaikleri, majolikaları ve mavi camlı çatısı nedeniyle “Küçük Mavi Kilise” olarak anılmaktadır.

Son olarak, Bratislava’nın maskotu haline gelmiş olan Cumil heykelinden bahsedeyim. İlk gördüğümde “Bu ne?” dedim; yerel halkın ve turistlerin ilgisini çeken Cumil, Slovakya’nın bağımsızlığından birkaç yıl sonra, 1997 yılında yapılmış. Bir rögar kapağından dışarı çıkıyormuş gibi görünen heykel, yol kenarında yer aldığı için araç içerisinden görülmesi oldukça zordur. Bu nedenle, yapıldığı günden bu yana iki kez araç çarpması sonucu kafa kısmını kaybetmiştir.

Bratislava gezimiz bu kadardı; gerçekten çok beğendiğim şehirler arasına girdi.

Viyana, Avusturya

Avusturya’nın başkenti olan bu harika şehir, beni ve tüm arkadaşlarımı gerçekten etkiledi. Viyana hakkında kulaktan dolma bilgilere sahip olsak da canlı görmek bambaşka bir deneyimdi. Viyana sokakları ve caddeleri, özellikle akşamları bir başka güzel.

Gezdiğimiz harika yerlerden biri de Belvedere Sarayı idi. Saray, Osmanlı’nın Viyana Kuşatması’nda gösterdiği başarılı savunmadan dolayı Prens Eugene’e hediye edilmiştir. Yukarı ve aşağı olarak iki kısımdan oluşur; yukarı kısımda daimi sergiler, aşağı kısımda ise geçici sergiler yer alıyor.

Daha sonra Hofburg Sarayı’nı ziyaret ettik. Şehrin göbeğinde yer alan bu tarihi yapı, Habsburg ailesinin kışlık sarayıdır. 59 hektarlık geniş bir alana sahip olan bu etkileyici yapı, 2600 odadan ve toplamda 18 binadan oluşmaktadır.

Bir diğer gezdiğimiz yer ise St. Karl Kilisesi idi. 1716-1739 yılları arasında İmparator Karl tarafından yaptırılan bu etkileyici barok kilise, Viyana Teknik Üniversitesi’nin ana binası ile Viyana Müzesi’nin yanında yer almaktadır. Kilise, Viyana’yı veba salgınından koruması için İmparator Karl’ın koruyucusu ve veba hastalarının şifacısı Aziz C. Borromeo’ya atfen inşa edilmiştir. Kilisede, dönemin imparatorunun İtalya ile dini ve siyasi bağlılığı, iki özel sütun üzerinde görülmektedir. Kilise içindeki güzel mimarisi ve dekorasyonun yanı sıra küçük bir kilise müzesi de bulunmaktadır.

Viyana, anlatıldığı kadar harikulade bir şehirdi; ben çok beğendim. Rüyalarımızı süsleyen Viyana hakkında anlatacaklarım bu kadardı.

Zürih, İsviçre

İsviçre’nin başkenti olan bu güzel şehir, gerek mimarisi gerek tarihi yapılarıyla oldukça etkileyiciydi. Dokuzuncu yüzyılda inşa edilmiş ve en eski şehir kilisesi olarak öne çıkan bu yapı, on üçüncü yüzyılda büyük değişim geçirmiş ve on sekizinci yüzyılda da eklemeler yapılmıştır. Farklı yüzyıllarda geçirdiği restorasyonlar nedeniyle orijinal haline dair fazla ayrıntıyı koruyamasa da dikkat çekiciliğini sürdürmektedir. Kilisenin çan kulesinde 1911 yılına kadar bir itfaiyeci yaşamış; yüksek konumu nedeniyle yangınları gözlemlemek için ideal bir yer olmuştur. Diğer birçok gördüğümüz kilise gibi bu kilise de barok mimari tarzındadır ve Orta Çağ duvar resimleriyle süslenmiştir. Romanesk üsluptaki koro kısmı, kilisenin en dikkat çeken bölümlerinden biridir.

Landes Müzesi, İsviçre’nin tarih öncesi çağlardan günümüze kadar gelişimini gözlemleyebileceğiniz muhteşem bir müzeydi. Bankacılık, saat, kimya ve ilaç endüstrisi gibi konularda oldukça bilgilendirici bir içeriğe sahip. Müze, daimi sergilerin yanı sıra geçici sergilere de ev sahipliği yapıyor. Özellikle sömürge ve kölelik konusundaki geçici sergi oldukça etkileyiciydi. Müzeyi beklediğimden çok daha büyük ve detaylı buldum; çok hoşuma gitti.

Bahnhofstrasse Caddesi, Zürih merkez tren istasyonunun bulunduğu Bahnhofplatz’dan başlayarak Rennweg ve Paradeplatz’dan geçip 1.4 kilometre sonunda Bürkliplatz’da sona eriyor. Sosyal medyada gördüğümüz birçok ünlü mağaza bu caddede yer alıyor. Dünyanın en pahalı ve seçkin alışveriş bulvarlarından biri olarak biliniyor.

Zürih Gölü, şehrin güneydoğusunda bulunan ve büyüleyici manzarasıyla dikkat çeken harika bir göldü. 88.7 km²’lik bir alana sahip olan gölde Ufenau ve Lützelau adında iki ada bulunuyor. 1859 yılına kadar bu göl yolcu taşımacılığında oldukça tercih edilirmiş; mal, yiyecek ve içecek taşımacılığı eski popülerliğini kaybetse de göl hâlâ ulaşım için sıkça kullanılıyor.

Paris, Fransa

Fransa’nın başkenti Paris, ünlü Eyfel Kulesi ile tanınır. Bu güzel kule, 1887-1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yılı kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Paris Fuarı’nın giriş kapısı olarak inşa edilmiştir. Demir iskelet yapısı ve dikkat çekici tasarımı, mühendislik becerilerinin ve yapısal dayanıklılığın bir göstergesidir. O dönemdeki inşaat teknikleri ve malzemeleriyle büyük bir başarıya imza atılmıştır. Eyfel Kulesi, Paris’in en önemli sembollerinden biridir ve şehrin panoramik manzarasını sunmasının yanı sıra, şehrin siluetinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Her yıl milyonlarca turist, kuleye çıkarak Paris’in muhteşem manzarasını gözlemleyip fotoğraflar çeker. Aynı zamanda, kule restoranları, mağazaları ve sergi alanlarıyla da çeşitli deneyimler sunar.

Notre Dame Katedrali, Paris’teki dünyaca ünlü bir katedraldir ve Meryem Ana’ya adanmıştır. Gotik tarzda inşa edilen bu katedral, La Cité’nin doğu kısmında, Seine Nehri’nin kıyısında yer alır. Girişi batıya bakar ve uzunluğu 128 metredir.

Louvre Müzesi, dünyanın en büyük sanat müzesidir ve Paris’teki Louvre Sarayı’na kurulmuştur. Şehrin içinden geçen Seine Nehri’nin kıyısında yer alır. Tarih öncesi çağlardan 21. yüzyıla kadar uzanan oldukça geniş bir koleksiyona sahiptir. Yaklaşık 35.000 sanat eseri, 72.735 metrekarelik bir alanda sergilenmektedir. 2017 yılında, 8,1 milyon ziyaretçi oranıyla dünyanın en çok ziyaret edilen sanat müzesi seçilmiştir.

GÖKHAN YABACI

Budapeşte, Macaristan

Merhaba, ben Gökhan Yabacı, 18 yaşındayım ve ilk yurtdışı deneyimim harika bir şekilde başladı ve devam etmekte. İlk olarak İstanbul’dan Macaristan’ın Budapeşte kentindeki Ferenc Liszt Havalimanı’na iniş yaptık. Daha sonra şehir merkezine otobüsle gidip yaya olarak gezmeye başladık. Şehrin her yerinde, her köşesinde tarihsel eserler, heykeller ve birçok mükemmel yapı olduğu için bu güzelliklerin gözümüzden kaçmaması için ulaşım aracı kullanmak yerine gezimizi yürüyerek yaptık.

Aziz Stefan Bazilikası – İlk rotamız, gördüğüm en görkemli yapılardan olan ve beni mest eden Aziz Stefan Bazilikası oldu. Hemen caddenin karşısında bulunan bilet satış bürosundan öğrenci indirimini kullanarak biletlerimizi aldık. Bazilikanın içerisinde nikah törenine denk geldik ve sanki bunun için buradaymışız gibi hissettim. İç mimarisi tam bir başyapıt ve beni büyüledi, kesinlikle görülmesi gereken yerlerden. Şehirdeki 96 metre yüksekliğe sahip iki yapıdan birisidir ve Macaristan’ın ilk kralı olan Aziz Stefan’ın mumyalanmış sağ eli de ana mihrabın sol kısmında cam fanusta saklanmaktadır.

Lanchid (Zincir Köprü) – İkinci rotamız Lanchid (Zincir Köprü) oldu. Bu köprünün en büyük özelliklerinden biri, Buda ve Peşte’yi birbirine bağlayan köprü olmasıdır. Budapeşte’nin yedi köprüsünden en değerli köprüsü bence ve üzerinde yürümeye açık Tuna Nehri’ni solumak isteyenlere güzel bir fırsat sunan köprüdür.

Buda Kalesi – Üçüncü rotamızda Buda Kalesi oldu. Buda Kalesi’nin çevresinde bulunan Tuna Nehri, Zincir Köprü ve Parlamento Binası manzarasıyla, müthiş heykeller ve olağanüstü mimarisiyle görülmeden geçilmemesi gereken yapılardan biridir.

Matthias Kilisesi – Harika bir ortam, görkemli bir yapı. Kanuni’nin emriyle camiye çevrilerek 150 yıl boyunca ezan sesinin yükseldiğini bilmek ayrı bir anlam kattı benim için. Ayrıca karşısında bulunan Parlamento Binası’nın mükemmel görüntüsüyle tam bir fotoğraf alanıdır.

Parlamento Binası – Bir diğer hayran kaldığım yapı ise Parlamento Binası’ydı. 20 km uzunluğunda ve şehirdeki 96 metre yükseklikte olan ikinci binadır. Aziz Stefan Bazilikası ve Parlamento Binası’nın 96 metre yükseklikte yapılmasının bir nedeni, biri siyasi bir bina diğeri dinî bir bina olmasıdır. Bu da din ile siyaset arasındaki dengeyi göstermektedir. Diğer bir husus, 96 rakamı hem bugünkü anlamda Macaristan’ın kurulduğu tarih olan 1896’ya hem de Macaristan Krallığı’nın 896’daki fethine gönderme yapıyormuş. 100 yıllık Neo-gotik tarzda bir bina olup, tam 691 adet odası bulunmaktadır. Maalesef binanın içini göremedik ama çok büyük olduğundan mütevellit, girseydik de 691 oda içerisinde kaybolmamak oldukça zor olacaktı.

Bratislava, Slovakya

2 saat 25 dakikalık bir tren yolculuğunun ardından Bratislava’ya indik ve karnımızı doyurduk.

Michael’in Geçidi – Şehrin kalbi burası diyebiliriz, mağazalar ve yemek yerleri açısından elverişli bir yer. Acıkmaya başladığınız anda Michael Kapısı’na doğru gidilebilir. Şehir surlarından ve kapılarından geriye kalan tek yapı olan bu kapı ve kule, 1300’lü yıllarda inşa edilmiştir ve gayet iyi korunmuştur. Şehrin tam merkezinde yer almaktadır.

St. Martin Katedrali – Detayların bolluğu ile gösterişli bir Gotik kilise. Camlardaki işlemeler, içerisindeki heykeller görülmeye değerdir. Katedralin yapımı 1311’de başlamış ve 1452 yılında tamamlanmıştır. Bratislava Katolik Başpiskoposluğu’na bağlıdır. Bratislava Kalesi’nin aşağısında yer almaktadır. Aziz Martin Katedrali, özellikle 1563-1830 yılları arasında Macaristan’ın taç giyme töreni kilisesi olarak bilinen, Bratislava’daki en büyük ve en eski kiliselerden biridir.

Čumil – Cafeleri ve renkli sokaklarıyla büyülü şehrin en güzel esprilerinden biri Čumil’dir. Herkes başını elleyip şans diler. Bence yanına eğilip kulağına fısıldayın. Bratislava’nın maskotu haline gelmiş Čumil heykeli, hikayesini bilmeden bile insanın yüzünde bir gülümseme oluşmasına neden oluyor. Bratislava’da zaten küçük olan eski şehir (Old Town) içerisinde gezerken Čumil’i görmemeniz imkansız gibi. Sadece çevresini saran kalabalık nedeniyle görmeden geçebilirsiniz. Çünkü buraya gelen herkes bu heykelin fotoğrafını çekmeden geçmiyor. Čumil’in iki farklı hikayesi vardır. İlki, savaş sonrası yeniden inşa edilen şehrin işçilerini temsil ettiği yönündedir. Ancak Čumil’in yüzündeki sinsi gülümsemeye bakınca ben ikinci hikayeyi bu heykele daha çok uygun buldum. Diğer hikayeye göre burada çalışan bir kanalizasyon işçisi, biraz çapkın olduğu için sıklıkla rögar kapağına çıkar ve gelip geçen Bratislava’nın meşhur güzel kızlarına bakarmış. Röntgenci bu arkadaşın anısına bu heykel yapılmış. Zaten Bratislava’da dolaşırken bu tip eski hikayelerin, bilindik simaların anısına yapılmış birçok heykel görebilirsiniz.

Viyana, Avusturya

Hofburg İmparatorluk Sarayı – Şehir merkezinde alalade gezerken bir anda kendinizi bu sarayda bulup ufak çaplı bir şok geçirebilirsiniz. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel. Viyana’daki beni en etkileyen yapılardandır. İçinde bulundurduğu Sisi müzesi, at terbiye ve Avusturya’nın en büyük kütüphanesi ile çarpıcı bir yapıt. Önündeki meydanda 2 bin yıllık kalıntılar bulunuyor. Kesinlikle Viyana’ya gidilip atlanmaması gereken yerlerden.


St. Elizabeth Kilisesi – Kilise çok ilginç bir mahalle olan Weiden’de bulunuyor insanları biraz garip, birkaç haber duymuştum. Kilisenin hem içini hem de dışını çok beğendim. Neo-gotik tarzda bir kilise ve 1945’te büyük ölçüde yenilenmiş. Güzel iç döşemelere sahip eğer o bölgedeyseniz görülmeye değer.

Naturhistorisches Museum – Çok büyük bir müze. Dolayısıyla birkaç saat ayırmakta fayda var, minimum 4.
İçeriği kadar mimarisi de etkileyici. Küçük çocukların eline tablet, telefon vermek yerine böyle tarihi yerlerin daha da ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Bina kendine insanı hayran bıraktırıyor. Müze birçok bölümden oluşuyor dünya oluşumu dünyada yaşamış olan tüm canlılar nesli tükenmiş olanlar. Aileler için çok güzel bir kesinlikle gidilebilir botanik ve zooloji ile ilgili her şey var. İnsan evrimi ile ilgili de her şey mevcut. İnsan tarihinin bulunmuş en eski iki heykeli de bu müzede 25-36 bin yıllık ürünler.

Lindenhof Tepesi – Eski kentin dar ara sokaklarında dolaşırken, üç yanından merdivenlerle çıkıp tahmin edemeyeceğiniz kadar huzur verici ve Zürih’in en önemli tarihi yapılarını panoramik olarak görmenizi sağlayacak bir meydandır. Görmeden dönmeyin. Gölü tepeden görebileceğiniz, ayrıca içinde park, büyük satranç tahtaları ve bir çeşme bulunan olağanüstü manzaralı güzel bir tepedir. Tam fotoğraflık bir yer yani 🙂

İsviçre Ulusal Müze (Landesmuseum) – 2-3 saatlik bir ziyaretle İsviçre’nin tarih öncesi çağlardan günümüze kadar gelişimini gözlemleyebileceğiniz güzel bir müzedir. Birçok tarihi eser, evrak vb. mevcuttur. Bankacılık, saat, kimya, ilaç endüstrisi gibi konularda da oldukça bilgilendiricidir. Bazı galerilerde İngilizce açıklamalar olmasına rağmen, çoğu bölümde sadece Almanca’ya yer verilmiştir. Ama yine de gitmişken görmek gerekir. İsviçre’nin hikayesini anlatmak için teknolojiyi çok etkili bir şekilde kullanan bir müzedir. Sergilerde, İsviçre’nin çeşitli özelliklerini yenilikçi bir şekilde sergileyen ülke haritası yer almaktadır.

St. Peter Kilisesi – Genellikle Avrupa’nın her şehrinde, o şehrin simgesi olan, şehrin her tarafından görülebilen büyük bir kilise vardır. Zürih’te ise bu tarzda birkaç tane kilise bulunmaktadır ve burası da bu kiliselerden biridir. Şehrin silueti açısından önem arz eden ve görülmeye değer önemli bir yapıdır. Kilise, 9. yüzyıldan kalma olup dünyanın en büyük 19. ve Avrupa’nın en büyük sürekli çalışan saat kadranına sahiptir.

Paris, Fransa

Eyfel Kulesi – Çocukluğumdan bu yana hep aklımda bir yerlerde acaba eyfel kulesi yakından nasıl görünüyor, yukarıdan nasıl görünüyor gibi sorular kafamı kurcalardı. Kuleye çıkma fırsatımız olmadı ama parise giderken çektiğimiz zorluklara, yorgunluklara sonuna kadar değdi ve bütün bu 1 haftalık gezi serüvenim sırasında hayalim olan ve beni en çook etkileyen, manzarasıyla, gece ışıklı görüntüsüyle büyüleyen şey Eyfel Kulesi’ydi. Eğer yolunuz düşerse hem gündüz hem de gece görmenizi öneririm. Gece ışıl ışıl olup şehri aydınlatıyor. Her ne kadar sade bir hikayesi olsa da karşısındaki kaleye çıkıp Eyfel karşısında bir kuruvasan ile kahve yiyip içmedik demeyiz. Çok güzel bir deneyimdi.

Louvre Müzesi – Harika bir yer! Ama gezmek için bir gün asla yetmez bence. Eserleri gördükçe mest oluyorsunuz. Toplu taşıma ile kolay ulaşım sağladık. Müze içerisi kalabalık olmakta. Dışarı da meşhur pozu vererek resim çekinebilirsiniz. Dünyanın her ülkesinden yazar, ressam, heykeltraş gibi sanatçıların her dönemden her çeşit eseri var. Maalesef vaktimiz sınırlı olduğu için ve aşırı kalabalık olduğu için içerisine giremedik. 

Eğer bir daha yolum Paris’e düşerse kesinlikle tekrar gideceğim yerlerden.

Yorum Yap